2 Ekim 2023 Pazartesi

Aşk ve Siyaset

 Bir Proje Öyküsü...


Aslında herşey, on dokuz yıl önce, Tarık Günersel'in yazdığı, Hakan Altıner'in yönettiği, Can Gürzap ve Ayda Aksel'in oynadığı, " Yarım Bardak Su " adlı piyesi izlediğim akşam başlamıştı.Acaip derece etkilenmiştim.Sonrasında teksti okurken, yakaladığım o şiirsellik, o ince hüzün beni alıp götürmüştü.

Hani derler ya, neredeyse tüm zamanlarımı altüst etmişti.

Üç yıl önce...

2020 Ağustos'unda Serkan Aydın beni arayıp, kendisine birkaç piyes önermemi istediğinde, ilk aklıma gelen, nedense " Yarım Bardak Su " olmuştu.Covid19 zamanlarıydı, ölüm kol geziyordu adeta, perdeler kapanmıştı, yeni projeler, ertelenen işler, yeni kitaplar, röportajlar, derken 6 Şubat tarihinde yaşadığımız deprem felaketi, ekonomik sıkıntılar girdi devreye.

7 Temmuz 2023 akşamı Serkan Aydın ile sezon için konuşurken, aklıma üç yıl evvel önerdiğim eser geldi.." Olur mu, " dedi." Olmaz mı ? " dedim." İşte, Tarık Günersel'in telefonu ara, konuş..."Bir an duraksadı.

31 Temmuz 2023 Tarık Günersel 'in yöneteceği oyun için yola çıkıldı.

1 Ağustos günü kadro kesinleşti.Ve Tarık Bey " Aşk ve Siyaset " i hazırladı, provalar başladı..

Ben mi, bu oyunda Tarık Günersel'in önerisiyle Proje Danışmanı oldum.

Sonrasında da yaptığım kaprislerle, ukalağlıklarla sanırım herkesin huzurunu fazlasıyla kaçırdım.

" Bahar hınzır mı ", bilemem.Neyse, lafı dolaştırmayayım.

Evet, Dilek Gürsoy 'da kadroya dahil olmuş, ön çalışmalar çoktan başlamıştı.

Provalar Tarık Günersel ABD'de olduğu için " Günaydın Tarık Bey, İyi geceler Türkiye ", olarak zoom ortamında devam ediyordu.

Hep anlatılır ya, provalar gergindir, sıkıntılıdır, hatta kavgalıdır...bu konuda kimseye fırsat tanımadım, akla ve hayale gelebilecek her türlü gerginliği tek başıma yarattım.

Bu arada farkında değildik ama, Günersel Konservatuarı'da öğrenci oluvermiştik çoktan.

İlk dersimiz Yalın Tiyatro'ydu örneğin.

" Yalın Tiyatro'da şu sorular temel teşkil ediyor :
Mümkün olan en az sayıda oyuncu mu ?
En az sayıda kelime mi ?
En az sayıda dekor kostüm donanım parçaları mı ? En az sayıda ses mi ? Müzikse daha az olamaz mı ?"

" Her piyes bir metindir ama her metin bir piyes değildir."

" Piyes, oyun metni, oyun, temsil.Farklı anlamlar taşıyan bu kelimeler dururken hepsinin yerine 'oyun' denmesine karşıyım.Evet: 'Romancı' gibi 'piyesçi' demeyi öneriyorum, ayrıca."

" Tiyatroyu radyo oyunundan ayıran temel şey görsel iletiler değil midir ? Tiyatro deneyimi özetlenememeli, sözlü anlatımla tüketilememeli, ' gidip görmen, yaşaman lazım' dedirtmeli.." 

Tarık Bey, teksti sürekli olarak en güzel, en kusursuz hale getirmek için, yeni ilaveler yapmayı sürdürüyordu...şiir tadında bir tekstimiz vardı.Ve son derece yaratıcı bir yönetmenimiz.

Füsun Erbulak yıllar önce katıldığı bir workshop'u ve Vasıf Öngören'e yardımcı olduğu " Bu Oyun Nasıl Oynanmalı ?" nın prova sürecini kitaplaştırmıştı.Dün akşam aklıma geldi, son iki aydır tuttuğum yığınla not da vardı, sahi neden olmasın ?

Provalar devam ederken, afiş konusunu gündeme getirdim.Saatlerce yığınla fotoğraf arasında seçim yapmaya çalıştık, aşırı gerildiğimiz bir anda " İşte bu, " dedim.Yine tartıştık ve sonuçta iki fotoğrafta karar kıldık.Tabii, iş fotoğrafla bitmiyordu, afişin tasarımına gelmişti sıra.Ve her ne olduysa, işte o zaman oldu.

Serkan Aydın'ın önerisiyle Sedat Tuncay afiş tasarımını gerçekleştirecekti.

Dilek Gürsoy'un fotoğrafı ve Serkan Aydın'ın Muammer Ergun imzalı fotoğrafı önceden belirlenmişti zaten.Künye hazırdı.Herşey ne kadar yolunda gibi gözüküyor, değil mi ?

Öyle olmadı, her detaya müdahale eden, kendini artık ne sanıyorsa, had limitini aşan, durmadan acaba şöyle mi olsa, diye itiraz eden, çok bilmiş biri olarak, devamlı müdahil oldum.

Böylece günde tam tamına 24 kez afiş tasarımı değiştirtmek için, Sedat Bey'i aramak zorunda kalan Serkan Aydın, 57.kez şu rengi açmalıyız, dediğimde telefonu açıp, ağzına geleni söyledi.

Kızdım ama, haklıydı.Neyse, karşılıklı öfke kasırgası sadece on yedi dakika kadar sürdü.Barış ilan edildi, sular duruldu.Konuyu tekrar konuştuk.Değişikliğin artık son olduğu konusunda nihai mutabakata vardık.

Afiş geldi.Tam, Tarık Bey'e onay için ileteceğim, fark ettim ki, bir cümleyi ekletmeyi unutmuşum.

Sonrası mı, henüz mezarda değilim, kemiklerimde de bir kırık çıkık yok...yani, en azından şimdilik.

İş bilmeyen, çok bilirim sanır ve çok yanılır ya.İşte, benim serencamım.

       Hay, Yaşayın Canlar...

         
" Aşk ve Siyaset'in okuma provaları sürerken, alt metinlerde şifreli keskin duyarlıklar tek tek ortaya çıkıyordu artık.

Keyifle dinliyordum oyuncuları.Yaşar kılınan karakterler nefes alıp vermeye başlamıştı çoktan.

Tarık Bey, arada sonsuz nezaketiyle , " Canlar şöyle mi değiştirsek bu sahneyi, " diyor ve her defasında " Hay, yaşayın " diye hepimize moral  aşılamaya devam ediyordu.

Gidişata göre yeni replikler ekliyor, adeta nurdan oyalar işliyordu.Hedefi bir ipek halının dokunmasıydı.Santimetre karesinde 2000 ilmik olan bir halı olmalıydı bu.

Prova sonrası / öncesi Tarık Bey ile konuşmak beni mutlu ediyordu.Hayattan, tiyatrodan, piyesten bahsediyorduk uzun uzun.

Tabii, yine rahat durmadım.Afişin yüz elli sekinci kez değiştirilmesi geçti içimden, madem danışmandım, mutlaka bir şeye karışmalıydım.Boş oturacak değildim a.

Serkan Aydın'ı aradım yine.

" Afişin ..."

Ansızın hat kesildi, iyi mi ?

Mekanik bir ses duyuldu sadece : "  Aradığınız numaraya şuan ulaşılamıyor..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder