4 Eylül 2013 Çarşamba

Eylül 1972 -Pınar Çekirge

Eylül'ün ikinci haftasıydı.Yıl 1972.Demek kırk bir sene geçmiş aradan.O ilk sabahı hiç unutmadım.Anılarımdan silmeyi çok istediğim halde.(Demek ki,altta yatan kimi psiko-dinamikler ille yedeğimde taşımama neden olmuş o ufuneti.Belki de gerçekten unutmak işime gelmemiş.Kimbilir ? Öç alış mı,kararsızım şimdi.)

 


Üst bahçede sıraya girmiştik.1 A sınıfı,585 numaralı Pınar Çekirge.Elimde çantam.Titriyorum..garip bir travma bu.Birazdan bırakılacak,terk edilecek olmanın korku bulaşığı,hunhar acısı.(En kaygan zeminlerde inişli çıkışlı tüm o hüzünlere eşlik eden,çaresizlik.)Oysa okuduğum öykülerde yatılı okul hep bir 'ceza'ydı çocuklar için.Jane Eyre bir yetimhaneye kapatılırdı mesela.Nihal'in tüm direnmesine karşılık Bülent leyli mektebe gönderilirdi.Emir büyük yerdendi.Bihter öyle buyurmuştu. 


 

Boğazdan kopup gelen rüzgar Arnavutköy sırtlarında savruluyor.Havada belli belirsiz bir yosun kokusu.Ötelerde vapur düdükleri..martı çığlıkları.Ürperiyorum. 

 

Adnan Eseniş açılış konuşması yapıyor..tek bir sözcüğü bile anlayamıyorum.Dinlemiyorum zaten.Hayır,onurlu olmam lazım.Ağlamayacağım.Kimse görmeyecek ağladığımı.En azından şimdilik.Yatılı okul..zil çalıyor çok geçmeden.

 


Orta Okul Binasında denize açılan pencereleriyle loş, nem kokan bir sınıf.İlk ders Matematik.Halide Aydınol derse giriyor az sonra.Sert tavrından ürküyorum bir an.O denli korunaksız hissediyorum ki kendimi...daha bir büzülüyorum sırada.(Hayatı bir ucundan yakalamalım,diyorum.Çok çalışarak..her dönem iftihara geçerek.Ve altı yıl sürecek o uzun yolculuk başlıyor.Tek amacım var bir gün psikoloji eğitimi görmek.Kırık hayatları anlamaya,öğrenmeye uğraşacaktım büyüyünce,kararım kesindi.Darbe yemiş insanların, duygusal yere çalınışların hikayelerini yazaktım bir gün..sahici iç kavgaların savurduğu,mayası hüzünle karılmış insanların.İşte bu nedenle,geceler gündüzlere katılıyordu artık.Herkes uyurken ders çalışılıyordu yanan sobanın yanında.Arada yazılı sınavdan 9 alındığında üzülmem de bundandı aslında.Önerilen hayatların sıradanlığına başkaldırı mıydı tüm bunlar,neden olmasın ? Belki de ego savaşı..)

 

Bir ses :"Silginiz var mı ?" Nejat.İlk tanıştığım sınıf arkadaşım.Bir hafta sonra Zafer çıka geliyor.Ayşıl,Fulya,Demre,Nezih,Banu,Emre,Fazıl,Kemal,Sevgi,Cavidan,Nil, Ferihan,Çiğdem,Ahmet,Lena,Hande,Mehmet,Hamid,Refik,Ali.Bütün o yüzler..

 


Her Eylül ayında o burukluğu hissederim..o acıyı..o yatılı okulda ilk etüt odasını.Filiz Uluerer'in " ağlama ama.." diye uzattığı kağıt mendili.

 

Esmer bir akşam koyuluğu inmişti camlara.Ampullerin çiğ ışığı.Islak bir toz kokusu belli belirsiz.Artık sadece mutsuzluk ve özlemdi yüksek sesle konuşan;sadece onlar konuşuyordu.Koridor bomboştu.Gölgelerle dolu,serin.Hatta buz gibi.

 

Gözlerimdeki buğu yaşa dönüşüverdi birden.Yatılı okulda ilk akşam.O hep sisli,alacakaranlık geçecek altı yılın ilk akşamı.

 

O demir kapı..mermer basamaklı merdiven..manolya ağacı..erguvanlar.Günbatımıyla kana bulanan hüzünler..o ıssızlık duygusu.

 

Yalnızlık,geniş kanatlarını gererek,maskeli yüzü,sivri tırnaklarıyla gelip konuvermişti gözkapaklarıma.Ağlıyordum.O dakika tek istediğim yeniden evimde,odamda olmak,sabah yine eski hayatıma uyanmaktı.Oysa tutsaktım..  

 

Bir fotoğraf vardı dolabımda..siyah beyaz bir stüdyo fotoğrafı.Filiz Akın.Kahküllü saçları..yüzünde o gülümseyiş.Dünyayı yaşanabilir kılan bir hayal kahraman, tıpkı Reşat Nuri, Kerime Nadir, Muazzez Tahsin, Ethem İzzet, Esad Mahmut 'un dünyasında tamamlanmış hissettiğim gibi kendimi..sığındığım o eşsiz güzellikteki hayal kahraman.Yaşadıkça..her zaman ve daima!

 

Haydi, itiraf edeyim,o fotoğraf altı yıl boyunca ya çantamda, ya kitapların arasında, ya  gönüllü sözlüye kalkmadan az önce hep gülümsedi bana.Uçuşan sarı saçlar..bir çift ela göz..kalkık bir burun.Ben en çok onu sevdim aslında.O hayali.

 

 

Yatılı okul hayatımdaki ilk büyük kırılıştı aslında.Sonrası hep geldi.Kim söylemişti hatırlamıyorum,"Hasar gören insan tehlikelidir..çünkü hasara rağmen ayakta kalmıştır" gibi bir cümleydi sanki.Tam topalayamıyorum şimdi.Evet,yatılı okulda o sabah,çoktan kabuk bağlasa da her an enfekte olmaya hazır bir yara anılarımda.  


 

O erguvan sağnakları,o yağmur ıslağı içe çekilişler,hüzün dolu yıllar ( Kırmızı değil, eflatun pazartesiler ) sanırım beni hiç terk etmedi.Bugün de.

 

" Nasıl hatırlıyorsun bunca detayı," diye sordu Oya.

 

" Hiç unutmadım ki!" dedim.

 

Zaten geriye her defasında çok az,ama kalabileceğinden  daha çok şey kalmıyor mu ? Neden etime çakılan her çivi bir başka çiviyle söküldü bunca yıl ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder