Eylül'ün ikinci
haftasıydı.Yıl 1972.Demek kırk bir sene geçmiş aradan.O ilk sabahı hiç
unutmadım.Anılarımdan silmeyi çok istediğim halde.(Demek ki,altta yatan kimi
psiko-dinamikler ille yedeğimde taşımama neden olmuş o ufuneti.Belki de
gerçekten unutmak işime gelmemiş.Kimbilir ? Öç alış mı,kararsızım
şimdi.)
Üst bahçede sıraya girmiştik.1 A sınıfı,585 numaralı
Pınar Çekirge.Elimde çantam.Titriyorum..garip bir travma bu.Birazdan
bırakılacak,terk edilecek olmanın korku bulaşığı,hunhar acısı.(En kaygan
zeminlerde inişli çıkışlı tüm o hüzünlere eşlik eden,çaresizlik.)Oysa okuduğum
öykülerde yatılı okul hep bir 'ceza'ydı çocuklar için.Jane Eyre bir yetimhaneye
kapatılırdı mesela.Nihal'in tüm direnmesine karşılık Bülent leyli mektebe
gönderilirdi.Emir büyük yerdendi.Bihter öyle buyurmuştu.
Boğazdan kopup gelen rüzgar Arnavutköy
sırtlarında savruluyor.Havada belli belirsiz bir yosun kokusu.Ötelerde vapur
düdükleri..martı çığlıkları.Ürperiyorum.
Adnan Eseniş açılış konuşması yapıyor..tek
bir sözcüğü bile anlayamıyorum.Dinlemiyorum zaten.Hayır,onurlu olmam
lazım.Ağlamayacağım.Kimse görmeyecek ağladığımı.En azından şimdilik.Yatılı
okul..zil çalıyor çok geçmeden.
Orta Okul Binasında denize açılan
pencereleriyle loş, nem kokan bir sınıf.İlk ders Matematik.Halide Aydınol derse
giriyor az sonra.Sert tavrından ürküyorum bir an.O denli korunaksız hissediyorum
ki kendimi...daha bir büzülüyorum sırada.(Hayatı bir ucundan
yakalamalım,diyorum.Çok çalışarak..her dönem iftihara geçerek.Ve altı yıl
sürecek o uzun yolculuk başlıyor.Tek amacım var bir gün psikoloji eğitimi
görmek.Kırık hayatları anlamaya,öğrenmeye uğraşacaktım büyüyünce,kararım
kesindi.Darbe yemiş insanların, duygusal yere çalınışların hikayelerini yazaktım
bir gün..sahici iç kavgaların savurduğu,mayası hüzünle karılmış insanların.İşte
bu nedenle,geceler gündüzlere katılıyordu artık.Herkes uyurken ders
çalışılıyordu yanan sobanın yanında.Arada yazılı sınavdan 9 alındığında üzülmem
de bundandı aslında.Önerilen hayatların sıradanlığına başkaldırı mıydı tüm
bunlar,neden olmasın ? Belki de ego savaşı..)
Bir ses :"Silginiz var mı ?" Nejat.İlk
tanıştığım sınıf arkadaşım.Bir hafta sonra Zafer çıka geliyor.Ayşıl,Fulya,Demre,Nezih,Banu,Emre,Fazıl,Kemal,Sevgi,Cavidan,Nil,
Ferihan,Çiğdem,Ahmet,Lena,Hande,Mehmet,Hamid,Refik,Ali.Bütün o
yüzler..
Her Eylül ayında o burukluğu hissederim..o
acıyı..o yatılı okulda ilk etüt odasını.Filiz Uluerer'in " ağlama ama.." diye
uzattığı kağıt mendili.
Esmer bir akşam koyuluğu inmişti
camlara.Ampullerin çiğ ışığı.Islak bir toz kokusu belli belirsiz.Artık sadece
mutsuzluk ve özlemdi yüksek sesle konuşan;sadece onlar konuşuyordu.Koridor
bomboştu.Gölgelerle dolu,serin.Hatta buz gibi.
Gözlerimdeki buğu yaşa dönüşüverdi
birden.Yatılı okulda ilk akşam.O hep sisli,alacakaranlık geçecek altı yılın ilk
akşamı.
O demir kapı..mermer basamaklı
merdiven..manolya ağacı..erguvanlar.Günbatımıyla kana bulanan hüzünler..o
ıssızlık duygusu.
Yalnızlık,geniş kanatlarını
gererek,maskeli yüzü,sivri tırnaklarıyla gelip konuvermişti
gözkapaklarıma.Ağlıyordum.O dakika tek istediğim yeniden evimde,odamda
olmak,sabah yine eski hayatıma uyanmaktı.Oysa tutsaktım..
Bir fotoğraf vardı dolabımda..siyah beyaz
bir stüdyo fotoğrafı.Filiz Akın.Kahküllü saçları..yüzünde o gülümseyiş.Dünyayı
yaşanabilir kılan bir hayal kahraman, tıpkı Reşat Nuri, Kerime Nadir, Muazzez
Tahsin, Ethem İzzet, Esad Mahmut 'un dünyasında tamamlanmış hissettiğim gibi
kendimi..sığındığım o eşsiz güzellikteki hayal kahraman.Yaşadıkça..her zaman ve
daima!
Haydi, itiraf edeyim,o fotoğraf altı yıl
boyunca ya çantamda, ya kitapların arasında, ya gönüllü sözlüye kalkmadan az
önce hep gülümsedi bana.Uçuşan sarı saçlar..bir çift ela göz..kalkık bir
burun.Ben en çok onu sevdim aslında.O hayali.
Yatılı okul hayatımdaki ilk büyük
kırılıştı aslında.Sonrası hep geldi.Kim söylemişti hatırlamıyorum,"Hasar gören
insan tehlikelidir..çünkü hasara rağmen ayakta kalmıştır" gibi bir cümleydi
sanki.Tam topalayamıyorum şimdi.Evet,yatılı okulda o sabah,çoktan kabuk bağlasa
da her an enfekte olmaya hazır bir yara anılarımda.
O erguvan sağnakları,o yağmur ıslağı
içe çekilişler,hüzün dolu yıllar ( Kırmızı değil, eflatun pazartesiler ) sanırım
beni hiç terk etmedi.Bugün de.
" Nasıl hatırlıyorsun bunca detayı," diye
sordu Oya.
" Hiç unutmadım ki!" dedim.
Zaten geriye her defasında çok az,ama
kalabileceğinden daha çok şey kalmıyor mu ? Neden etime çakılan her çivi bir
başka çiviyle söküldü bunca yıl ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder