1960'ların ortalarına
dönelim.
Gilbert Delaheye'nin yazdığı
"Ayşegül" aslında ilk çocukluk arkadaşımdı.Beraber sirke gider,gider, hayvanat bahçesinde dolaşırdık.En güzel
düşlere eşlik ederdi Ayşegül.Kardeşi Can ve köpekleri Fındık.O sevimli finodaydı
hep aklım..ille bir hayvanım olmalıydı.Zinhar mümkünsüzdü.Evde hayvan beslemek
tehlikeliydi çünkü!
Kedi, köpek tarafından ısırıldığım ya da
tırmalandığımda derhal kuduza yakalanacak,bağıra bağıra can verecektim.Gırtlağım
düşecekti önce, sudan ve ışıktan korkacaktım..yani castratıon kaygısı hep
gündemde tutuluyor, değişik biçimleriyle önüme sunuluyordu.Dahası vardı, kedi
tüyü mazaaallah kist yapardı da ciğerlerimi kusardım kan revan içinde.Hayvan
sevgisinin karşılığı mutlaka hastalanıp,en feci biçimde ölmekti.Hayvanlardan
uzak tutuldum..hem zaten yığınla oyuncağım yok muydu ? Boyama kitaplarım,
kalemlerim,resim defterlerim.
Ne oldu biliyor musunuz ? Senelerce bir
kedi görsem boğazımda bir tüy yumağı varmış hissine kapıldım..öksürdüm,üst üste
yutkundum.Tamamen psikolojik bir dışa vurumdu bu durum.
Başarmışlardı.Hayvanlardan çekiniyordum
artık.Dediğim gibi gırtlağı düşmüş,etrafına saldıran,can havliyle dişlerini
etine geçirip başını taşlara vurarak ölen kişilerle dolu kuduz öyküleri,
karından yapılan nah bu kadar büytüklükteki kuduz aşıları hedefini tam
bulmuştu.Helal olsun ! Ahh, Ayhan Işık'ın " Ölümden Korkmuyorum"filmi de çok
lazımmış gibi anlatılanların ne kadar doğru olduğuna dair bir delildi
zaten.Koskoca Ayhan Işık filmde kuduz bir köpek tarafından ısırılmaz mı ? Ve
finalde kudurarak ölmez mi ? İşte söz dinlememenin neticesi.Büyükler herşeyin
doğrusunu söyler..o sözleri dinlemeyenin,duyup da umursamayanın sonu
felakettir.
Yirmili yaşlarımdayken ressam Güler
Diler'in kedisi durup dururken bir pençe attı elime.Donakalmıştım adeta ve
bileğime doğru süzülen incecik kan içimdeki cerahatli korkuyu ,belki inanması
zor olacak ama, bir lahzada yıkayıp,arındırıverdi.
Artık hayvanlarla beraberdim..tavşan
besledim.Kedi baktım..hayvansız bir ev düşünemez oldum.Yıllarca tutsak
edilmiş,yasaklanmış hayvan sevgim yüzeye çıkmıştı bir kez..gemsiz,azısız bir
sevgiydi bu.Deli bir sevgiydi,şimdiki ifadeyle.Sokaktaki başıboş köpeklerle,
kedilerle ilgileniyor,onlara su, yemek taşıyordum.Boğazımda ne tüyden bir yumak
vardı artık, ne de kuduz korkusu..engellenen bir sevgi misillemesini yapmıştı
sonunda.
Ve hayatıma günün birinde PABLO
girdi.Bembeyaz bir Terrier.Bütün zamanlarımın en koşulsuz sevgisini yaşadım onun
gözbebeklerinde..çok sevdik birbirimizi..aşk benzeri bir duyguydu bu.Çocuk gibi
bakıyordum..sebze sularıyla besliyordum,sormayın.Sebze püresiyle karıştırılan
et..vitamin damlası.Birbirimizi tamamlamıştık..farklı bir iletişim kurulmuştu
aramızda..her cümlemde Pablo vardı.Düşünsenize sabahın beşinde sokağa
çıkıyorduk.Çiş zamanı ertelenemezdi..sonra akşam iş dönüşü..yatmadan önce bir
kez daha.Bütün dünyamdı Pablo.Yerlerde boğuşuyor,kanepenin üzerinden koltuklara
atlıyor, aklımıza gelen her yaramazlığı yapıyor ve eğleniyorduk.Zaten
şımartılmış biriyim söylememe gerek yok, Pablo zamanla benden de şımarık oldu
doğal olarak.Üzüm üzüme bakarak karardı..ama o kararmaktan da öteye geçip,
kapkara oluverdi çok geçmeden.Yasak yoktu, ceza hiç yoktu.İstediği herşeyi
yapmakta özgürdü..ve ona olan sevgimi biliyor zaman zaman da beni patisinde
oynatıyordu.Ahh, veterinere gidip aşı olmak yok mu..işte nasıl da
hissediyordu..farklı yollar denesem de daha sokağın başında hırçınlaşmaya başlar
ortalığı ayağa kaldırırdı.
Hatırlıyorum, 20 Kasım 2003 akşamı o
bombalı saldırı sonrası yırtık giysilerimle, karmakarışık, bambaşka bir ruh
haliyle eve girmiştim.Yine kapıdaydı..yine kucağıma atladı..heyecan
içindeydi..panik vardı bu heyecanda..birden ağlamaya başlamıştım..gözyaşlarımı
yalıyor,umutsuzca beni sakinleştirmeye çalışıyordu.İçim titreyerek seviyordum
onu.Ve hep o korku,ya bir şey olursa,ya ölürse..sonra,sonra ne yapardım ? Zaten
hep kaybedecekmiş tedirginliğiyle bağlanmaz mıydım ?
Ve onüç yaşını geçmişti Pablo.O korktuğum
yaşlardaydı artık.Hiç kondurmadığım ayrılık yakındaydı..
Ve bir gün gitti Pablo.Öyle
usulca..sessizce.
Gölgeler koyulaştı birden.Sular çoktan
kararmıştı.Akşamın ilk ışıkları perdelere düşmüştü bile.Günün minesi solalı
niceydi.Vakit tamam gibiydi.Uşak Firs'in repliğini mırıldandım:" Gittiler, beni
unuttular.Toprak kokuyor burnuma.."
Lafı uzattım,şirazesinden
çıkarttım,farkındayım.Ama klavyenin başına geçince böyle oluyor,yazdıkça yeni
detayları hatırlıyorum.Bir tür psiko terapi seansı diyelim..
Neden " hastalık hastası" olduğumu
anlatıyordum, bu tohumların da yine aile ortamında serpiştirildiğini kuduz ve
kist korkusuyla kaşık kaşık yutturulduğunu söylemiştim.Ama o kadar mı, 1940'lı
yıllarda ölen Oğuz adlı bir akrabadan konuşulurdu bazen.Evlerden ırak,ince
hastalığa yenik düşmüş..kan tükürerek ölmüş.Tıpkı "Hıçkırık"romanındaki Nalan
gibi.(Ah, evet "Hıçkırık"', Beykoz da yazlık bahçe sinemasında büyülenmişçesine
izlediğimi hatırlıyorum.Çok uzun yıllar Nalan benim için hep Hülya
Koçğit'di.Bembeyaz kırlentlerde kan izleri..o şifon gecelik.)
Verem ile tehdit başlamıştı.Yemek
yemezsem,sonum veremdi.Zaten bu kadar koşup,terli terli su içersem,söz
dinlemezsem,hele ki öğlen uykusuna yatmamakta direnirsem er ya da geç ama
mutlaka vereme yakalanacaktım.Yani hep bir ceza ve tehdit vardı..korkuyla
çoğaltılan evhamlar çoktan yeşermişti.Ya haklılarsa, ya gerçekten hastalanırsam
?
O kadar steril yaşatılmıştım ki, ilkokula
başladığım 1967 yılının Eylül ayında,sanırım okul açılalı üç hafta bile
dolmadan,kızıl hastalığına yakalandım.İşte olan olmuştu..mutlaka ölecektim.Ölüm
neydi ? Belki de sakat kalacaktım..
Sekiz yaşındaydım,hayatımda ilk kez paten
kullanmaya çalıştım.Hiç unutmam beş ya da onuncu dakika da yere yapışıp sol
kolumu kırdım.Nişantaşı Amerikan Hastahanesi'ne gidilene kadar öyle bir panik
ortamı yaşatıldı ki, kesin kolum kesilecekti..işte yaramazlığın
sonuydu..
Düşersin,koşma,dur..yavaş yürü..bir daha
kırılırsa artık ameliyat..iğne..serum..sözcükleriyle iyice
korkutuldum..özellikle iğne olmak bir kabustu.Ve iğne korkum sürekli tehditlerle
canlı tutuluyordu.
" Evet yemek yememeye, tabağındaki
bitirmemeye devam et sen, Dr.Ziya Beye telefon açalım da iştah açıcı iğne
yazsın.."
Ve yıllar geçti.Hastalık hastalığımı
evhamlarla çoğalttım.Bir akşam Lenfoma ya yakalandığımı sanıp,sabah doktora
koştum.Bir başka gün Kuş Gribine..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder